Prof. Dr. İZZETTİN DOĞAN ‘ın çağrıları üzerine, 28 Ekim 2007 tarihinde İstanbul Bostancı Gösteri Merkezi’nde yapılan toplantının “SONUÇ BİLDİRGESİ”Prof. Dr. Sn. İzzettin DOĞAN ‘ın çağrıları üzerine, toplantı 28 Ekim 2007 tarihinde İstanbul Bostancı Gösteri Merkezi’nde Türkiye’nin dört bir yanından gelen, Balkan ülkeleri (Arnavutluk, Romanya, Bulgaristan, Makedonya, Kosova ), Almanya, Yunanistan ve diğer Avrupa ülkelerinden gelen 1900 İnanç önderi, Aleviliğin İslamiyet’in içerisinde yer aldığını kabul eden ve bu toplantıya davet edilen 980 STK ( Sivil Toplum Kuruluşu ) yöneticisi (Vakıf – Dernek vs.) tamamı ve 5000 kişinin üzerinde bir katılımla gerçekleşti.
Toplantının gündemi: Yeni hazırlanan Anayasa ve bu Anayasadan Alevilerin beklentileriydi.
Divan Başkanlığını Alevi Vakıfları Federasyonu Başkanı Sn. Doğan BERMEK’ in yaptığı toplantı iki oturum halinde gerçekleşti. Açılış konuşmasının ardından gündemle ilgili olarak konuşmak üzere Divana çok sayıda İnanç Önderi ve STK ( Sivil Toplum Kuruluşu ) temsilcisi talepte bulundu. Ancak zamanın kısıtlı olması nedeniyle 79 kişiye söz hakkı verilebildi
Bu toplantıda bir çok tanıdık isim vardı. Ali Rıza Uğurlu Dede ( Alevi İslam Din Hizmetleri Başkanı ), Eşref DOĞAN ( CEM Vakfı Malatya Şube Başkanı ), Kamer Genç ( Milletvekili ), Selami ÖZTÜRK ( Kadıköy Belediye Başkanı ), Ensar ÖĞÜT ( CHP Ardahan Milletvekili ), Bayram MERAL ( CHP Milletvekili ), Bayram KAYA ( CEM Vakfı 2. Başkanı ), Niyazi ARSLAN ( CEM Vakfı Gölbaşı Şube Başkanı ) , Dr. Mehmet ÇİLLİ, Hüseyin GÜNGÖR ( İzmir CEMEVİ Başkanı ), Namık SOFUOĞLU ( CEM Vakfı Hukuk Komisyonu Başkanı), burada adını sayamadığım çok sayıda inanç ve kanat önderleri toplantıya iştirak ettiler.
Toplantıda, Prof. Dr. Sn. İzzettin DOĞAN, çok önemli ve anlamla bir konuşma yaptı. Sn. DOĞAN, konuşmasında ‘’Türkiye’nin çok zor günler geçirdiğini, Türkiye’nin etrafını saran kara bulutların Laik, Kemalist Türkiye Cumhuriyetinin her tarafını kapattığını, bir taraftan 11 Eylül sonrasından gelişen olaylar, ABD’nin, Büyük Ortadoğu Projesi ( BOP ), bir taraftan Laik Cumhuriyeti çökertenlere destek verilmesi ve bugünlerde de ısmarlama bir yeni anayasanın hazırlanmakta olduğunu belirtti. Anayasa nihai şeklini alırken; bir tek kesimin değil tüm kurum – kuruluşların katkılarıyla şekillenmesi gerektiğini, bugün bu amaçla burada toplandıklarını, bu büyük katılımın devlet adamları tarafından dikkate alınması gerektiğini söyleyen Sn. DOĞAN, Modern Anayasalar, renkleri, dilleri, dinleri ne olursa olsun herkese eşit muameleyi öngören içerikleri içermiyorsa ölü bir anayasa olacağını ve birikmiş sorunları çözmek yerine yeni sorunlar çıkartan anayasa olur.
Sn. DOĞAN, Diyanete de değindi. 1924 yılında kurulan Diyanetin, tüm inançlar karşısında eşit mesafede durması gerekirken bugün sadece Sünni inanca hizmet ettiğini, Genel bütçeden Alevi İnanç Önderlerine bir tek kuruş tahsis edilmediğini de belirtti.’’
SONUÇ BİLDİRGESİ
Toplantıda tüm katılımcıların ortak paydada buluştuğu; yeni ANAYASA tasarısının hazırlanması, TBMM’de tartışılması ve daha sonraki safhalarında göz önünde bulundurulmak ve gerekleri yerine getirilmek üzere aşağıdaki konular oybirliği ile kararlaştırılmıştır
ATATÜRK’ÇÜ LAİK CUMHURİYET’İN temel değerleri hiçbir bahane ile tartışmaya açılamaz ve bu değerlerin tüm gereklerinin yerine getirilmesinden geri kalınamaz.
Din ve Devlet işlerinin birbirinden ayrılması ile devletin inançlar ve inanç grupları karşısında tarafsız kalmasını ifade eden ve Türkiye Cumhuriyeti ‘nin temel taşı olarak kabul edilen laiklik, devlet faaliyetlerinin icrasında hiçbir şekilde tartışmaya açılmayacaktır.
Alevi İslam inancını benimseyenler da dahil olmak üzere, tüm inanç gruplarının din ve vicdan özgürlükleri, AİH ( Avrupa İnsan Hakları) sözleşmesinin 9. Maddesi ve AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) ‘nin bu maddenin yorumlanması vesilesi ile vermiş olduğu kararların özünü yansıtacak şekilde ANAYASA TASLAĞI’NDA yer almalıdır.
Din ve vicdan özgürlüğü’nün özgürce ve yine AİH sözleşmesinin 9. Maddesinde sayılan kısıtlamalar dışında, hiçbir kısıtlamaya tabi kılınmaksızın icra edilebilmesi amacı ile devlet bütçesinden bir pay ayrılması kararlaştırılacak ise, bu payın tüm inanç gruplarına hakça ve adaletli bir biçimde paylaştırılmasının hüküm altına alınması gereklidir.
Dini ibadethane yerinin tanımında hiç bir surette ayrıma gidilmemesi, tanımın grupların gelenekleri ve inançları doğrultusunda yapılarak, tüm ibadethanelerin eşit muameleye tabi tutulması gereklidir.
İbadethaneleri yönetecek ve din hizmetlerini yerine getirecek olan kimselere kadro tahsisinde her türlü ayrımcılığın yasaklanması, din hizmetlerini yürütecek kişilerin günün ihtiyaçlarını karşılayacak bilgi ile donatılmaları için gerekli eğitim kurumlarının oluşturulması sağlanmalıdır.
Din ve AHLAK Bilgisi’nin okullarda ders olarak okutulması faydalı ancak zaruri değildir. Bu itibarla Din ve AHLAK Bilgisi derslerinin okullarda seçmeli ders olarak yer alması daha yararlı olacaktır.
Din ve AHLAK Bilgisi dersleri inanç gruplarının onayını almış kitaplar aracılığı ile okutulmalıdır.
Kamuoyumuza saygı ile duyurulur.
Cem Vakfı Genel Başkanı Prof.Dr.İzzetin Doğan: CHP yi Aleviler kurtardı
DSP lideri Zeki Sezer’in ‘Biz olmasaydık CHP baraj altında kalırdı’ şeklindeki açıklamasına Cem Vakfı Genel Başkanı Prof.Dr. İzzettin Doğan’dan farklı bir yaklaşım geldi.
Doğan, “Biz destek vermeseydik CHP baraj civarında dolaşıyordu. Üzülerek söylüyorum ki Sünni kardeşlerimizden CHP’ye giden oylar fazla değil.” dedi. Doğan, Alevilerin yüzde 80’inin CHP’ye oy verdiğini savundu.
Doğan, alevilerin oy vermediği 1999 seçimlerinde CHP’nin baraj altında kaldığını hatırlatıyor.
DENİZ BAYKAL YÜZÜNDEN!
CHP’nin düşük oy almasına üzülen Doğan, az oyun nedenini Deniz Baykal’a bağladı. Doğan, “insanların CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a oy vermek istemediğini” ileri sürdü.
Doğan, “Nasıl becerdi halka antipatik görünmeyi onu bilemiyorum doğrusu. Baykal’ın yüzü eskidi. İnsanlar artık değişiklik istiyor” dedi. Yazının devamını oku »
Şehide cemevinde tören (DHA)Hakkari’de şehit düşen er Serdar Şimşek ve Sefa Aslan memleketlerinde toprağa verildi.
Hakkari’nin Çukurça İlçesi’nde PKK’lı teröristlerin askeri araç geçerken yola döşedikleri mayını uzakan kumandayla patlatmaları sonucu şehit düşen Jandarma Er Serdar Şimşek, memleketi Sivas’ın Zara İlçesi’nde 10 bin kişinin katıldığı törenle toprağa verildi. Şehit Er Şimşek için önce cemevinde, ardından camide cenaze namazı kılındı. Törene katılanlar teröre lanet yağdırdı. Yazının devamını oku »
PROF. DR. İZZETTİN DOĞAN’IN “ALEVİ OYLARI NEREYE” BASIN TOPLANTISIN’IN TAM METMNİ
16.07.2007
Değerli basın mensupları;
Evvela geldiğiniz için hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Türkiye 3 aylık zaman farkıyla erken seçime gidiyor. Hepimiz biliyoruz seçimler demokrasilerde önemli zaman dilimlerde, önemli siyasetlerin yürürlüğe koymanın başlangıç tarihi ve sosyal zaafların giderilmesi iddiasıyla siyasi partilerin yarıştıkları zeminleri oluşturuyor. Türkiye’de böyle bir seçime gidiyor ama Türkiye’nin seçimi bu sefer farklı bir seçim, Laik Cumhuriyetin temellerinin bugünkü iktidar dönemlerinde 4.5 yıl süre ile sarsıldığını ve önemli yaralar aldığına inanıldığının Türkiye’sinde, bu seçim tabii ki sonuçları itibarıyla hem siyasal sistemin bundan sonraki kaderinin tayin edilmesi seçimi haline dönüşüyor, hem de Türkiye’de Laik Cumhuriyetin bundan böyle kesintisiz olarak 84 yıl devam ettiği gibi devam edip etmeyeceğinin de bir testinin oluşturacaktır diye düşünüyorum.
Bir taraftan böylesine köklü ve önemli bir düşüncenin ortaya çıkmış olması, bir taraftan ekonomik göstergelerin iyiymiş gibi görünmesi ama sonuçlarının halka bir türlü intikal etmemesi, bir taraftan terörün yükselmesi ve terörün kaynaklandığı bölgelere Türk Silahlı Kuvvetlerinin girebilmesi için izin verilmemesi, özellikle 50 yıllık NATO ortaklığımız döneminde Türkiye’nin Sovyetler Birliği’ne karşı bağımsızlığının korunmasında karşı önemli bir rol üstlenmiş olan Amerika Birleşik Devletlerinin, Irak’ın yönetim sorumluluğunu yüklenmiş olması sebebiyle izin vermekten bugüne kadar kaçınmış olması ve adeta bu davranışıyla terörün beslenmesine destek vermiş olması görünümü ister istemez yurttaşın kafasındaki düşünceleri önemli ölçüde karartıyor ve yurttaşlar berrak düşünemiyorlar. Sokakta kimi görseniz sizi kolunuzdan tutup çeviriyor “hocam kafamız karışık oylarımızı nereye vereceğiz” diyorlar. Bu bir Alevi-Sünni meselesi değil, kolunuzu tutup çevirirken, sizlere bu soruyu sorarken daha çok bir akademisyen olarak 40 yılın üniversitelere ve bu konulara ayırmış birisi olarak belki de bir zihin açıklığına katkı sunabilirsiniz diye soruyor ve bugünkü basın toplantısının da bu tür bizden yanıt bekleyen sorulara Alevi’si ile Sünni’si ile bir yanıt verebilmek için düzenledim.
PROF. DR. İZZETTİN DOĞAN’IN “ALEVİ OYLARI NEREYE” BASIN TOPLANTISINDAN
Prof. Dr. İzzettin Doğan: “Benim bireysel tercihim her olumsuz yaklaşıma rağmen CHP den yanadır”.
Cem Vakfı Genel Başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan Oyunu CHP’ye vereceğini ve verdiği oyun takipçisi olacağını açıkladı.
Cem Vakfı Genel Merkezinde yaptığı basın toplantısında Prof. Doğan, Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin tehlikeye girdiği bu süreçte, Alevi oylarının Laik Türkiye Cumhuriyeti’nden yana olan partilere gideceğini ifade etti. CHP dışında dileyen vatandaşların oylarının yönünün de MHP, Genç Parti ve Halkın Yükselişi Partisi olabileceğini açıkladı. Doğan: “Benim bireysel tercihim her olumsuz yaklaşıma rağmen CHP den yanadır” dedi. Prof Doğan, Mehmet Ağar’ın liderliğini yaptığı Demokrat Partiyi ise oy vereceklerin dışında tuttu.
Adana’da yaşamını sürdüren ve günümüzün önde gelen inanç önderlerinden Hüseyin Yalçın Dede’yle Röportaj.
Röpartaş/Ayhan Aydın
Alevilik ile dedelerle ilgili bilgilerinizi kimden / kimlerden öğrendiniz?
Eğer bir dedenin soyu Evladı Resul’a dayanıyorsa kendi ailesi ve özellikle de pirlerinden hizmet karşılığında, himmetle mümkündür. O kemaletin tüm niteliklerini kendisinde toplaması şarttır. Pirimiz Seyyid Munzur Emre’nin çocukları olmazdı. Küçük yaşımdan itibaren onun dizinin dibinde yetiştim. 1960’ların sonunda rahmetlik oldu. Mekanı cennetlik olsun. Minnet borçluyum.
Çocukluğunuz nasıl bir ortamda geçti. Ayrıntılarıyla anlatır mısınız?
Bir evladı Resulün çocukluğu Alevi toplumu içinde, edep erkan kuralları dahilinde özüne yakışır bir biçimde geçmesi zorunludur. Anlatımı sayfalar alır. Bunu yaşayan ve gören bilir. Kendi köyümüzde 1950-60 yılları arasında cemlerimiz sürekli yapılırdı. O cemlere çocuklar alınmazdı. Ama her cemde bu fakir pirinin dizinin dibinde oturtulurdu.
Sizce dedeler kimlerdir? Kendinizi bir dede olarak nasıl tanımlıyorsunuz?
Alevi evrenselliğinde İmamı Hasan ve İmam Hüseyin soyundan gelenlere dede denir. Ancak hizmeti karşılığı himmet alan erenler de ocaklarda mecbur olduğu bu yolun edep erkan hizmetlerini yerine getirendir. Bir dede toplumunu bulunduğu çağa adapte edebilmelidir. Özellikle de çağın bilim ve teknolojisine ayak uydurabilen; yol evlatlarında bu istikamette eğitip bilgilendirendir. Bir dede her şeyden önce kendisini yetiştiren, çağdaş demokrat, laik düşünceye sahip barıştan yana özgür düşünene ulusal birlikten yan olan, sosyal hukuk devlet yapısını savunan 72 millete aynı nazarla bakan ve kendisini yetiştirmiş sevgi ve hoşgörülü olan kimsedir. Çünkü ecdadımız İmam Ali şöyle buyurmuştur; “Çocuklarınızı kendinize göre değil, bulunduğu çağa göre yetiştiriniz” der.
Dedelik nasıl ve ne zaman doğmuştur?
Mürşit, pir, rehber kavramları Muhammed Ali Cebrail üçlemesine dayanır. Aynı zamanda Anadolu Aleviliğinde de Mürşit Ali, Pir İmam Hüseyin’dir. Rehber de Cebrail A.S.’dır. Çünkü Alevilikte himmet almak hizmetle mümkündür. Bu yolda hizmet uğruna Hz. Hüseyin Kerbela’da ser vermiştir. Örneğin; İmam Hüseyin bir gün postta otururken atası Muhammed Mustafa kapıdan içeri girince İmam, dedesine soruyor; Ya dede sen mi ulusun yoksa yol mu uludur? Hz. Peygamber; Ya Hüseyin ben ahiri zaman peygamberiyim, buyurunca İmam Hüseyin darda dur ya Ata buyuruyor. Tam o sırada babası Aliyel Murtaza girince aynı soruyu babasına yöneltiyor. Hz. Ali peygamberin cevabını öğrenince; “Ya Hüseyin atan Muhammed Mustafa doğru demiştir” buyurunca Hz. Hüseyin babasını da dara dikmiştir. İşte o anda Cenabı Hakk Cebrail’e emrederek; “Git peygambere ve İmamı Ali’ye rehber ol dardan indir de ki yol uludur.”
Gülay DURGUT / FRANKFURT/Hürriyet Cem Vakfı Avrupa Genel Koordinatörü Alişan Hızlı Aleviliğin Türkiye’de resmen tanınmıyor olmasını “Türkiye’nin ayıbı” olarak nitelendiriyor
Cem Vakfı Avrupa Genel Koordinatörü Alişan Hızlı Aleviliğin Türkiye’de resmen tanınmıyor olmasını “Türkiye’nin ayıbı” olarak nitelendiriyor ve Aleviliğin resmen tanınması için Cem Vakfı olarak Ankara’da dava açtıklarını hatırlatarak ilk duruşmanın “olumlu” geçtiğine dikkat çekiyor. Hızlı “Cemevlerinin ibadethane olarak tanınmasını, dedelerimizin kadrolaşmasını istiyoruz. Bir camiye, bir sinagoga, bir kiliseye nasıl olanaklar sağlanıyorsa, aynı olanakların cemevlerine de sağlanmasını istiyoruz” şeklinde konuşuyor ve ekliyor “Sonucun olumlu olacağına inanıyorum.”
Aleviliğin Türkiye’deki durumu nedir sizce?
Bizim Avrupa’da yaptığımız birlik beraberlik çalışmaları Türkiye’ye de yansımaya başladı. Türkiye’deki bir çok ceme ben de katıldım. Ankara cemine de katıldım. Gördüm ki, eskiden Alevilere radikal gözle bakan insanlar, bir çok belediye başkanı tam kadro cemdeydi. Yani size samimiyetimle söylüyorum, yüzlerce Sünni aydın, yazar, politikacı, vatandaş gördüm cemlerde. Görülüyor ki, Türkiye’de de tanıtım eksikliği varmış bugüne kadar. Bizim ülkemizde bu birlikleri yaratmak için çabalamamızın bir sebebi daha var. Size onu da söyleyeyim. Şimdi Türkiye’nin komşularına bakalım. Ortadoğu’da Filistin’de görüyorsunuz, birbirlerini nasıl hırpalıyorlar, komşumuz bitişiğimizdeki Irak’ta bir gün Şiilerin camisi bombalanıyor, bir gün Sünnilerin. Yani bu mezhep kavgaları yüzünden ülkeyi ne hale getirmişler. Biz Atatürk’ün kurduğu laik cumhuriyette, birlik beraberlik içinde dış güçlere karşı birbirimizi korumalıyız. Ben bu birliğe ülkemizin bütünlüğü açısından çok önem veriyorum ve bunu da üzerinde durarak yapıyorum.
Türkiye’de Aleviliğin resmen tanınmaması size neler hissettiriyor, neler düşündürüyor?
O bir eksikliktir. Türkiye’nin ayıbıdır, hükümetin ayıbıdır. Biz Aleviliğin resmen tanınması için Türkiye’de dava açtık ve bu davaları er veya geç kazanacağız. Birinci duruşma Ankara’da oldu. Çok olumlu geçti. Biz bugüne kadar ülkemizi dış platformlarda şikayet etmedik. Ülkemizi götürüp dış güçlere şikayet etmekten onur duymuyoruz. Ama ülkemizin yasalarına güvenerek, Türkiye Cumhuriyeti yasaları nezdinde dava açtık. Sonucun olumlu olacağına inanıyorum.
Aleviliğin Türkiye’de resmen tanınmasını bekliyorsunuz?
Evet, öyle bir sonuç gelebilir. Ben öyle olacağına inanıyorum. Çalışmalarımıza Prof.Dr. İzzettin Doğan önderliğinde devam ediyoruz. Biz cemevlerinin tanınmasını istiyoruz. Dedelerimizin de kadrolaşmasını istiyoruz. Bir camiye, bir sinagoga, bir kiliseye nasıl olanaklar sağlanıyorsa, aynı olanakların cemevlerine de sağlanmasını istiyoruz.
Alevilerin sorunlarının çözümü neye bağlı sizce?
Vatandaşlık hakkı ne gerektiriyorsa, eşit şekilde uygulanması lazım. Anayasa’nın 10’uncu ve 24’üncü maddesi bunu açıklıyor. “Türkiye vatandaşları eşit haklara sahiptir” diyor. Ancak o şekilde sorunlar çözülebilir. Bir de Aleviler bürokraside yer bulamıyorlar. Mesela, Alevi kökenli emniyet müdürü yok, Alevi kökenli vali yok. Bu eksikliklerin de giderilmesi lazım.
Ankara’da binlerce kişi teröre lanet yağdırdı. İşte mitingten yükselen sesler
Çeşitli sivil toplum örgütleri tarafından düzenlenen ”Teröre Karşı Birlik Mitingi” Ankara Tandoğan Meydanı’nda yapıldı. Hükümet aleyhine sloganların atıldığı mitingde ”Alt, üst kimlik yok. Ne Mutlu Türküm diyene”, ”Askere uzanan eller kırılsın” şeklinde sloganlar yükseldi.
“Teröre Karşı Birlik Mitingi” için aralarında şehirdışından gelen vatandaşların da bulunduğu grup, AKM alanında toplandı. Grup buradan Tandoğan Meydanı’na yürüdü.
MİTİNG ALANINDAN YÜKSELENLER
Topluluktan, Tandoğan Meydanı’na yaklaşırken, “Şehitler ölmez, vatan bölünmez”, “Yan gelip yatmadı, vatanı satmadı“, “Hepimiz askeriz, PKK’ya yeteriz“, “Hepimiz Kemaliz, hepimiz Türküz“, “Alt, üst kimlik yok. Ne Mutlu Türküm diyene“, “Askere uzanan eller kırılsın” şeklinde sloganlar yükseldi.
Miting alanında sık sık “Onuncu Yıl Marşı”, “Çanakkale Türküsü” ile “Memleketim”, “Ölürüm Türkiyem” adlı parçalar çalındı.
Yakın tarihe dair bilgi dağarcığı yetersiz olan bir kuşak için Çorum olayları oldukça eski tarihlere ait bir olaylar dizisi gibi gözükebilir ya da acı ama, Çorum olaylarını ilk kez duyanlar bile olacaktır.
Binlerce yıldır aynı topraklarda ortak ellerle medeniyetler ve tarihe altın harflerle yazılan destanlar yazdıran bir halkın klasik senaryolar ile nasılda karşı karşıya getirildiğinin, hiç umulmadık bir şekilde bir katliam senaryosunun nasıl da gerçek kılındığının bir öyküsüdür bu…
Çorum Şehri yıllar boyu, Anadolu geleneksel çok sesli ve çok renkli yapısının bir örneği idi. Çorum Halkı, farklı etnik ve kültürel yaşam tarzlarına rağmen, barış içinde yan yana yaşarken, Şehir, 1980 yılı baharı ile birlikte patlamaya hazır bir bomba haline dönüşmüştü.
Tarih sayfalarını pek çok bakış açısından yorumlaya kalktığınızda bu ve benzeri olayların bu topraklarda pek çok kez yinelendiğine tanık olacaksınızdır. Çorum olayları sürecini değerlendiren bilim adamlarının dikkat çektiği noktalardan biri şudur; Olaylar dizisi henüz başlamadan dönemin ABD Türkiye Büyükelçisi Robert Alexander Peck’in Çorum iline dönük özel bir araştırmaya giriştiği, O bölgenin tüm önde gelenleri ile görüşüp çorum’un etnik ve inançsal yapısı ile ilgili kayda değer bir rapor hazırlattığıdır. Büyükelçi Peck’in neden bu raporlamaya ihtiyaç duyduğu yalnızca bir soru işareti şeklinde mevcuttur.
Çorumda gerginliklere 1980 yılının bahar aylarında start verildi.
80 yılının 19 Mayıs ‘Gençlik ve Spor Bayramı’ hazırlıkları sürerken bir grup tarafından Çorum halkına, tarih boyunca pek çok ilimizde duyduğumuz bir çağrı yapıldı.. Çağrının adı Cihad idi ve Cihad çağrısının başlığında ‘MÜSLÜMAN NAMUSUNA SAHİP ÇIK’ yazıyordu. Peki bu çağrıya neden ihtiyaç duymuştu bir grup ‘müslüman’ ; 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’ etkinliklerinde gösterilere katılacak kız çocuklarının kıyafetleri halkı tahrik etmekte idi.
Cihad çağrılarının ardından 10 gün geçmişti ki gerginlik kimler tarafında düzenlendiği belli olmayan bir olayla üst düzeye taşındı. MHP genel başkan yardımcısı Gün Sazak 27 mayıs 1980 de öldürüldü.Ve olaylar için düğmeye tam anlamı ile basılmıştı..
Sivas Katliamı’nın 14. yılı. Madımak Oteli’nde yanarak yaşamını yitiren 37 kişi, düzenlenen çeşitli etkinliklerle anıldı.
İSTANBUL – Sivas’ta, aralarında bazı siyasi parti temsilcileri, yurt içi ve yurt dışından gelen çok sayıda sivil toplum örgütünün temsilcileriyle olaylarda hayatını kaybedenlerin yakınlarının bulunduğu topluluk, Mevlana Caddesi’ndeki kavşakta toplandı.
Sivas… Cumhuriyetin ve milli mücadelenin başlangıç kenti, yalnızlaştırılan, yalnız bırakılan kent, 1993 yazının Temmuz’u…
…Yangın bir müddet sonra otele sıçradı. Saatler geçiyordu ve yangın ilerliyor, kalabalığın öfkesi dinmiyordu. Bu arada tüm Dünya Sivas’ta olanları televizyonlar aracılığı ile naklen seyrediyordu. Yapılacak hiçbir şey yoktu, güvenlik saatler geçmiş olmasına karşın gerekli müdahaleyi yapamıyordu..
Siz hiç ateşte yanan gül gördünüz mü?.. Ya da bir tek gül yaprağı… Yanarken kadife teninden bir damla gözyaşı düşürür ateşe…
Ateşe düşen güle ağladım. Ateşe düşen kuşlara, çocuklara , şairlere , gencecik kızlara , yazanlara , okuyanlara , ateşin içinde semah dönenlere…
…
CANIMIZIN YANDIĞI GÜN…
2 TEMMUZ SİVAS….
“Çok seviyorum düşüncelere dalmayı ve de Einstein gibi düşünerek kendimden geçmeyi…
“İnsanın bol olduğu yerde akla kıtlık çekilmezmiş dediler inandım.
“Seni yazıyorum bembeyaz ak güvercinin kanadına ve sevgimi gönderiyorum onunla sana..
“Ah bir çoğalsa sevgiler… Çoğalsa da üstümüzdeki o kısır bulutlar, içimizdeki yalanlar, katılıklar, kinler, öfkeler, bencillikler sıyrılıp gitse… Ne olur o zaman?.. Yeni bir sevgi güneşi doğar dağların doruklarında… Gökyüzü nar çiçeğine döner, yeryüzü papatya yapraklarına.”
Koca Haydar Sivas’ın Yıldız Dağları eteğindeki Banaz Köyünde yaşamış. O dönemde her baskıya başkaldıran, her derde derman bulan, fakire, fukaraya, düşküne yol gösteren bir zatmış. Bu davranışları onu toplumda ulu bir kişi haline getirmiş. Bu ulu kişiye her yerden, her yöreden gelip danışanlar, ondan öğüt alanların haddi hesabı yokmuş. Günün birinde Pir’in müridi olan ve Banaz Köyünde kalan Hızır, Pir Sultan’ın karşısına geçer: “İzin ver Pirim. İzin ver de varayım İstanbul’a. Büyük adam olup bir makama geçeyim.”
Pir Sultan Hızır’ın isteğine gönülsüz evet demiş.
“Hızır ben izin veririm. Sana da dua derim büyük adam olman için. Ama sen ilerde büyük adam olur Sivas’a döner beni asarsın.”
“Haşa Pirim! Haşa Pirim! Tövbe tövbe” der Hızır. İzin almıştır. Yola koyulur, varır İstanbul’a ilerler. Makam olur, Sivas’a vali olarak atanır. Dönemin şartları halk açısından çok kötüdür. Bozkırdaki köylü halk ağır vergilerle inim inim inletilirken, bir avuç keyfine düşkün yönetici köylülerin sırtından har vurup harman savurmaktadır. Bu durum insanları Osmanlı’nın yöneticilerinden uzaklaştırmış, İran’da kurulan Şah İsmail’in devletine yanaştırmıştır. Pir Sultan da bu ortamda yapılan bu yanlışlıklara, baskılara, haksızlıklara başkaldıran önder kişidir.
Hızır, paşa olup Sivas’a atanınca devletin hazinesini köylülerin sırtından doldurup geçinenler Pir Sultan’ı Hızır Paşa’ya şikayet etmişler. Hızır Paşa ilk iş olarak Pir Sultan’ı makamına çağırmış. Eski Pirine hizmette kusur etmemek için güzel yemekler hazırlatmış. Lakin Pir Sultan bu yemekleri yememiş. Paşa bunun sebebini sorunca Pir Sultan devletin hazinesini soyanları, köylüleri ezenleri dikkate alıp sorgulamak için konağa çağıran Hızır’a şöyle demiş.
“Sen zina ettin, haram yedin, yetimlerin ahını aldın. Haram paranla yapılmış yemeklerini ben değil köpeklerim bile yemez.”
Sivas’tan Paşanın konağından Banaz’daki köpeklerine seslenmiş. Köpekler vali konağına gelip önlerine sürülen yemeklere dokunmamışlar. Bunu hakaret kabul eden Hızır, Pir Sultan’ı Sivas’taki Toprakkale hapishanesine attırmış. Lakin bir süre sonra dayanamamış, Pirine haksızlık yaptığını düşünmüş ve tekrar huzuruna çağırmış.
“Eğer içinde Şah’ın adı geçmeyen 3 şiir söylersen seni affedeceğim” demiş. Pir Sultan arkadan kelepçeli elleriyle gökyüzüne bakarak “peki” demiş ve başlamış söylemeye:
Hızır Paşa bizi berdar etmeden
Açılın kapılar Şah’a gidelim
Siyaset günleri gelip yetmeden
Açılın kapılar Şah’a gidelim
Yaz seli gibiyim akar çağlarım
Hançer aldım ciğerciğim dağlarım
Garip kaldım şu arada ağlarım
Açılın kapılar Şah’a gidelim
Her nereye gitsem yolum dumandır
Bizi böyle kılan ahdü amandır
Zincir boynum sıktı halim yamandır
Açılın kapılar Şah’a gidelim.
Pir Sultan’ın meydan okur gibi Şah demesi ve Şah’a gitmek istemesi Hızır’ı çıldırtmış. Derhal Pir Sultan’ın asılmasını istemiş. Ertesi gün Pir Sultan darağacına götürülmek için çıkarılmış hapisten. Yolun çevresinde birikenlere Pir Sultan’ı taşlamaları emri verilmiş. Yolun kenarında Pir’i son kez görmek için gelen musahibi Ali Baba da varmış. Herkes elindeki taşları Pir Sultan’a fırlatırken o kalabalığın içinden, musahibi Ali Baba da gül fırlatmış.
Bunu gören Pir Sultan çok içerlemiş ve şöyle demiş.
“Şu kanlı zalimin ettiği işler
Garip bülbül gibi zareler beni
Yağmur gibi yağar başıma karlar
İlle dostun gülü yareler beni”
Ve Darağacına varınca durmuş. Orda bulunanlara dönüp, son şiirini söylemiş.
Bize de Banaz’da Pir Sultan derler
Bizi de kem kişi bellemesinler
Paşa hademine tembih eylesin
Kolum çekip elim bağlamasınlar
Madımak kurbanları karanfillerle anılacakDHA – SİVAS – Madımak, 14. yılında yine acıyla anılacak. 2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli’nin yakılmasıyla 37 aydının öldüğü olayın anma programı açıklandı.
KESK, Halkevleri, ÖDP, EMEP, Hacı Bektaş-ı Veli Kültür Vakfı gibi çok sayıda parti ve sivil toplum kuruluşunun oluşturduğu 2 Temmuz Anma Komitesi, herkesi barış ve kardeşlik için hayatını kaybedenleri anmak için karanfilleriyle birlikte Madımak’a davet etti. Anma programına göre 1 Temmuz Pazar günü, Madımak kurbanlarından Özlem Şahin, Yeşim Özkan ve Huriye Özkan’ın Şarkışla Saraç Köyü’ndeki anıt mezarı ziyaret edilecek. 2 Temmuz Pazartesi günü Ethem Bey Parkı önünde toplanılacak. Kortej Mevlana Caddesi’nde Atatürk Anıtı’na çelenk bırakacak ve daha sonra Madımak Oteli’ne yürüyüş yapılacak
Alevi İslam Din Hizmetleri Başkanlığı (Cem Sohbeti)
Son günlerde Aleviler ve Alevilik üzerine kamuoyunda yaşanan gelişmeler her yönüyle dikkat çekicidir. Alevilerin Türkiye’deki sayısından tutun da Aleviliğin tanımlanmasına kadar uzanan olaylar dizisini ibretle izlemekteyiz.
Alevilikle ilgisi olmayan çevrelerin Aleviliği tanımlamaya kalkması ve bunu yaparken de bazı Alevileri yanlarına almaları şaşırtıcıdır. Oysa her inancı o inancın mensubu olanlar tanımlama hakkına sahiptir. Diğerlerinin yapacağı tanımlar sadece onları bağlar. Aleviler için bunun hiçbir anlamı yoktur. Zira Aleviler Aleviliğin ne olduğunu tanımlamak konusunda yeterli donanıma sahiptirler. Alevilerin Aleviliği tanımlama konusundaki donanımlarının yanı sıra mensubu oldukları inancı yaşıyor olmalarından dolayı bu konuda daha fazla hak sahibi olmaları doğal değil midir ?
Daha açık ifade etmek gerekirse Alevilik inancını o inancı yaşayanlar yada bilimsel bakımdan tarafsız olabilen gerçek bilim adamları tanımlayabilirler. Alevilikle ilgisi sadece Alevi ana ve babadan doğmaktan ibaret olanlar Aleviliği tanımlayamazlar. Yine bilimsel tarafsızlığı kuşkulu olan asimilasyoncu sözde bilim adamları da böyle bir tanım yapma hakkına sahip değildirler.
Hiç kimse unutmamalıdır ki, Alevilerin Aleviliği tanımlamak konusunda her hangi bir sıkıntıları yoktur.
Alevilik, İslam’dır. Hak Muhammed Ali yoludur.
Alevilik, tasavvufi bir yoldur.
Alevilik, başta Türkmenler olmak üzere Türk kavimlerinin İslam yorumudur.
Son bir kaç gündür Turgut Öker’in eskiden düşman ilan ettiği Hürriyet gazetesi sayfalar dolusu Turgut Öker’in kendisiyle söyleyişi yapıyor.
Eskiden ne zaman bir başkaları bu gazetelerde bir iki laf etmiş olsa hemen hain, işbirlikçi, Hızır paşa damgası yerdi. Şimdi aynı Turgut başta Hürriyet olmak üzere Aksiyon gibi yayın organlarında boy boy yer alıyor.
Şimdi kendisine sormak gerek Hızır paşalık acaba nasıl bir şey miş ?
Umarız Devrimci Turgut, Alevilikten ne anladığını da açık açık anlatır ve Alevi toplumuda kimin gerçek Hızır paşa olduğuna karar verir.
Bu konuda Hürriyet gazetesine yardımcı olmak için bir kaç soruda biz sormak istiyoruz sayın Turgut Öker’e.
1. Sayın Turgut Öker siz inanç sahibi bir Alevimisiniz yoksa hala öğündüğünüz gibi Marksistmisiniz?
2. Sayın Turgut Öker kıvırtmadan açıklarmısınız; Alevilik İslam içimidir?
3. Sayın Öker, Aleviliğin Hz. Ali (sizin tabirinizle Arap Ali) ile bir alakası varmıdır?
4. Sayın Öker, Anadolu Aleviliğini Hacı Bektaş’la başlatmaya çalışıyorsunuz ama buna karşın Hacı Bektaş Veli’nin öğretisi olan ve Şeriat kapısının ilk makamı olan “iman etme” şartını ne yapmayı düşünüyorsunuz?
5. Sayın Öker, “iman” sahibimisiniz?
6. Sayın Öker, “ikrar” sahibimisiniz?
Celal Toprak| Yaklaşık 4 yıl önceydi… Cem Vakfı Genel Başkanı İzzettin Doğan ile bir sohbetimizde devletin Alevilere karşı tutumunun önümüzdeki dönemde Türkiye’nin başına dert olacağını vurguluyor ve ekliyordu:
“Bunu bütün siyasi liderlere anlatıyoruz. Bizi dinliyormuş gibi görünüyorlar. Bu konunun sorun olarak karşılarına çıkacağını söylüyoruz. Olayın ciddiyetinin farkında değiller. Yüzlerce Alevi devletle mahkemelik olacak. Keşke bizi dinleseler ve olay mahkemeye gitmese… O günkü ve bugünkü siyasiler Prof. Dr. İzzettin Doğan’ı dinlemedi. Ve Aleviler hiç istemedikleri halde Başbakanlığa dava açmak zorunda kaldı.
Davanın özünde Anayasa’nın eşitlik ilkesi yatıyor… Diyor ki dava açanlar, milyonlarca Alevi bu ülkeye vergi veriyor. Sonra bu vergiler genel bütçede toplanıyor ve oradan dağıtım yapılıyor. Dağıtım içinde önemli bir pay da Diyanet’e ayrılıyor. Diyanet Alevilerin verdiği vergilerden de oluşan bütçesi ile vatandaşlara hizmet veriyor. İşte verilen bu hizmetten bizler faydalanmıyoruz. Yani verdiğimiz vergiler bize hizmet olarak geri dönmüyor.
Dönmesi için Başbakanlığa önce dilekçe ile başvuruldu. Olumlu cevap alınamadı. Ardından sorun mahkemeye düştü. Sembolik olarak iki bin Alevi adına açılan dava çarşamba günü görüldü. Prof. Dr. İzzettin Doğan da davaya katıldı. Her zamanki uzlaşmacı kimliği ile sorunun çözülmesi için çaba sarfetti. Özetle; devletin herhangi bir kurumunun ibadet yeri belirleme gibi bir misyonunun olmadığının altını çizdi…
Davada karar daha sonra verilecek. Alevilerin esas olarak bu noktada istedikleri şöyle özetlenebilir… – Bizler vergi veriyoruz. Vergilerimiz bize hizmet olarak geri dönmeli. Biz ibadeti Cemevi’nde yapıyoruz. Dolayısıyla camilere verilen elektrik, su ve diğer destekler bize de verilmeli. Ayrıca Cemevi’ndeki dini görevliler de devletin elemanı olmalı. Cemevi’ndeki dini görevlilerin devletin elemanı olması talebi iki açıdan önemli. Birincisi, devlet bu elemanları kontrol edebilecek. İkincisi, imam gibi bu elemanların maaşlarını da devlet karşılayacak. Böylece birilerinin yönlendirmesinden uzak kalacaklar.
Peki bu elemanlar nasıl tespit edilecek? İşte onun için de yıllar önce Cem Vakfı önderliğinde milyonlarca Alevi’nin temsilcisi İstanbul’da toplandı. Ve Alevi İslam Din Hizmetleri Merkezi’ni kurdu. Devletin bu kurumu muhatap alıp, istediği gibi şekillendireceği söyleniyor.
Cem Vakfı, partilerin seçim bildirgelerini bekliyor
ANKARA (ANKA)- Cumhuriyetçi Eğitim Vakfı (CEM) Başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan, seçimlerde destekleyecekleri partiyi ileriki günlerde açıklayacaklarını belirtti.
Alevi toplumunun önde gelen isimlerinden Prof. Dr. İzzettin Doğan, 22 Temmuz seçimlerinde destek verecekleri siyasi partiyi ilerleyen günlerde basın toplantısıyla kamuoyuna duyuracaklarını söyledi. Doğan, ANKA’ya yaptığı açıklamada, Alevi oylarının artık çantada keklik gibi görülemeyeceğini ifade etti. Partilerin seçim bildirgelerini beklediklerini ifade eden Doğan, AKP dışındaki partilere eşit uzaklıkta olduklarını belirtti. Doğan, “Bugünkü iktidar beş yıl içinde Alevilere ilişkin hiçbir olumlu adım atmadı. Beş yıl içinde tek bir Alevinin elini bile sıkmadı” diye konuştu. Siyasi partilerin Aleviler lehine yapacakları düzenlemeleri değerlendireceklerini vurgulayan Doğan, şöyle dedi:
“Siyasi partiler karşısında tavrımız 12 Temmuz’a doğru netleşecek. Alevilere verilmeyen temel anayasal haklarla ilgili ne vaatte bulunacaklar, vaatlerini hangi yöntemlerle yapacaklar, bütün bunları bekleyeceğiz. Artık Aleviler, çantada keklik değil. Bu bütün partiler için geçerli. Bu arada, biz şu partiyi destekleyeceğiz derken de bunu bütün Aleviler adına yapmayacağız. Sadece temsil ettiğimiz kurumlar adına, bizi seven, bize güvenen ve kendilerini temsil ettiğimizi düşünen insanlar adına bu beyanda bulunacağız.”
Alevilerin açtığı davanın dünkü duruşmasında Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi Prof. Yeprem, “Cemevleri özel ibadethanedir” dedi
TÜRKER KARAPINAR Ankara
Cem Vakfı ile 2 bin Alevi yurttaşın “cemevlerine ibadethane statüsü verilmesi, Alevilere bütçeden ödenek ayrılması ve Diyanet’te kadro tahsis edilmesi” istemiyle açtıkları davanın duruşmasında Başbakanlık adına konuşan Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof. Dr. Saim Yeprem, cemevlerinin “özel ibadethane” olduğunu söyledi.
Alevi vatandaşlar ve Cem Vakfı’nın, taleplerini reddeden Başbakanlık’ın kararının iptal edilmesi istemiyle açtıkları davanın duruşması 6. İdare Mahkemesi’nde yapıldı.
‘Takdir hakkı yok’
Duruşmaya Başbakanlık adına Avukat Selen Güneş ile Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof. Dr. Yeprem katıldı. İstanbul’dan gelen çok sayıda Alevi yurttaşın da izlediği duruşmada Cem Vakfı Başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan, “Sizin (Başbakanlık) İslam diniyle ilgili takdir hakkınız yok. Bilimsel olarak Aleviliği, Sünniliği, Bektaşiliği tartışabilirsiniz, ama bir hakkın kullanımı ayrı. Başta devlet olmak üzere kimsenin inancımı yaşama biçimime karışma hakkı yok. Hiç kimse diğerinin tanrısı değildir. Laik hukukun önemi, bu konuda gözleri bağlı olmaktır. Sizlerin teolojik yorumlarla olayı sosyolojik vaka gibi göstermeye çalışmanız, insanların haklara sahip olmadığı manasını taşımaz” dedi. Yazının devamını oku »
Cemevlerine ibadethane statüsü verilmesi, Diyanet İşleri teşkilatında Alevilere kadro tahsis edilmesi ve Alevi inançları için ödenek ayrılması taleplerinin reddine ilişkin Başbakanlık işleminin iptali istemiyle açılan davanın duruşması, Ankara 6. İdare Mahkemesi’nde yapıldı.
Duruşmaya, Cem Vakfı Genel Başkanı avukat Prof.Dr.İzzettin Doğan’ın da aralarında bulunduğu çok sayıda avukat ve bazı Alevilerle, Başbakanlık adına avukat Selen Güneş ve Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Saim Yeprem katıldı.
Duruşmada iddialarını açıklayan Doğan, farklı inançların kamu düzeni, genel ahlak ve sağlığı bozmadığı sürece uluslararası sözleşmelerle güvence altına alındığını ifade etti. Laik olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Alevilerin inançlarını tatbikinde tasarruf sahibi olamayacağını öne süren Doğan, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ve Anayasa’nın da bu serbestliği tanıdığını savundu.
Doğan, Başbakanlık’ın, taleplerini iç hukuk argümanlarıyla reddetmesinin yerinde olmadığını ifade ederek, Alevilerin inançlarını yerine getirmesi için Cemevlerine ibadethane statüsü verilmesi, Diyanet İşleri teşkilatında Alevi inanç önderlerine kadro tahsis edilmesi ve ödenek ayrılması taleplerinin reddine ilişkin işlemin reddine karar verilmesini istedi.
BAŞBAKANLIĞIN SAVUNMASI-
Başbakanlık Hukuk Müşavirliği avukatlarından Selen Güneş ise savunmasında, din ve vicdan hürriyetinin Anayasa ve yasalarda yer aldığını, herkesin inançlarını yaşamakta serbest olduğunu söyledi.
NTV de Can Dündarın sunduğu “Neden”Programına Cem Vakfı Genel Başkanı İzzetin Doğanın telefonla katıldığı söyleşi yayınlıyoruz.
Cem Vakfı Genel Başkanı ve Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Profesör Doktor sayın İzzettin Doğan telefon hattımızda. Sayın Doğan konuklarımızı dinlediniz, programımıza hoşgeldiniz öncelikle, iyi akşamlar diliyelim size.
İzzettin Doğan: İyi akşamlar diliyorum Can bey.
Can Dündar: Burada dinlediğimiz konuklardan da bakınca aslında bir yenilik zanediyorum sizler için de öyle olsa gerek, ilk defa vitrinde daha çok alevi adayları görüyoruz. Bu ne anlama geliyor? Ve siyasete ne katar aleviler açısından bunun önemi ve anlamı nedir sizce?
İzzettin Doğan: Şimdi ben konuklarıma ve izleyecilere saygı, sevgilerimi sunarak sorularınıza cevap vermek istiyorum. Bu tabi Türkiye’nin alışık olduğu bir manzara değil Can bey. Yani bu sadece sizin maharetinizle ortaya çıkan bir olay gibi görünmüyor bana. Sizin maharetiniz, adeta yeni bir damarın fışkırdığını kamuoyuna sunmak gibi gazetecilik becerisi olarak ben görüyorum oradaki dizilmeyi. Şu manada; bugüne kadar alevi yurttaşlar hep oy vermeye mahkum bir grup olarak, grup kelimesi bile fazla kaçıyor bir güruh gibi kabul edilirdi. Yani aleviler ne istedikleri belli olmayan önderleri olmayan, Türk siyasal yaşamında hiçbir etkisi olmayan bir grup, bir kitle olarak kabul edilirlerdi ve onların görevi seçimden seçime gelip oylarını vermek olarak düşünülürdü. Oysa 15 -16 yıldır sürdürdüğümüz bir mücadele görüyorum sizinle birlikte ilk defa meyvalarını vermeye başlıyor. Yani Türk kamuoyuna alevilerin de artık daha bilinçli bir kitle olarak oylarını verirken bir takım ölçüleri esas alarak, bir takım düşünceleri esas alarak oylarını yönlendireceğini kamuoyuna sunuyorsunuz, bu açıdan bir gazetecilik başarısıdır, sizi kutluyorum.
Can Dündar: Çok teşekkürler.
İzzettin Doğan: Zaten öyle olmasaydı katılmazdım da, onu da açıkça söyleyeyim.
Can Dündar: Sağolunuz.
İzzettin Doğan: Şimdi bu 15-16 yıllık cem vakfı’nın ve ona gönül veren insanların yaptıkları barışçı mücadele, hukuk mücadelesinin altında şu yatıyordu; Türkiye’de alevi islam anlayışını benimsemiş olan insanlar ki bunlar sayıları 25 milyonun altında değil, anayasanın tamamen kapsamadığı, anayasal hakların özellikle temel hak ve özgürlüklerin dışındaki bir dünya olarak algılanıyordu ve gerçekte buydu hakikaten. Mesela bir aleviyi müsteşar olarak kolay kolay göremezdiniz, vali olarak göremezdiniz, bugünde göremiyorsunuz zaten.Olanları Akp hükümeti tasviye etmiştir. Bir yargıtay başkanını göremezsiniz eğer olmuşsa derhal onu en kısa zamanda oradan tasviye edilmesi gerekir ve tasviye edilmiştir. Şimdi garip ve aynı zamanda da siyaset bilimi açısından çok ilginç bir tabloyla Türkiye karşı karşıya kalmıştır. Laik cumhuriyetin sigortası olarak kabul edilen büyük bir kitle ve laik cumhuriyetin en büyük güvencesi olarak kabul edilen siyasiler tarafından devleti yönetenler tarafından sayın cumhurbaşkanından, sayın başbakanına parti liderlerinin tümü tarafından kabul edilen bir kitle her nasılsa devlete entegre edilememiştir cumhuriyetten bu yana. Eğer entegre edilebilmiş olsaydı bir kişinin vali olması, emniyet müdürü olması ya da müsteşar olması anormal bir durum gibi gözükmezdi ve onun için de eğer böyle bir durum varsa derhal tasviyesi cietine gidilmezdi. Şimdi bu nereden kaynaklanıyordu? Bu alevilerle ilgili osmanlı döneminin son 400 yılında yaratılmış olan bir efsaneden kaynaklanıyordu, bir iftiradan kaynaklanıyordu. Aleviler anne bacı tanımaz, aleviler mum söndürür ibadetlerinde diye ve birisi de toplumda alevi olmak gibi bir sıfat ile tanınmak istemezdi. Neden? Çünkü alevi demek hemen öbür nitelikleri çağrıştırıyordu. O çağrışımları beraberinde getirdiği için herhangi birisinin bir topluluk içerisinde aleviyim demesi adeta cesaret işi olmuştu. İşte bu 16 yıllık mücadelede bizim yıkmaya çalıştığımız buydu. Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasası tüm yurttaşlarını kapsar ve eğer temel hak ve özgürlükler söz konusuysa bu temel hak ve özgürlüklerden alevilerin de yararlanması gerekirdi. Oysa neyi görüyorduk? Türkiye’de bütün yurttaşlar vergilerini verirler, bu vergiler genel bütçeyi oluşturur, bu genel bütçeden anayasanın 136. ncı maddesine göre diyanet işleri denen bir teşkilata ki genel idare organın içerisinde yeralır ve buna tahsis edilir. Yani herkesten toplanan vergiler din hizmetleri için belirli bir teşkilata tavsiye edilir. Bu teşkilat ne yapar? Sadece sunni islam anlayışını benimsemiş olan bir ekolün mensuplarına ya da işte o istikamette ibadetlerini, inançlarını icra eden kesime ayrılır. İyi güzel de bu genel bütçe alevilerin de vergilerinden oluşuyordu. Peki alevilerin de müslüman olduğunu söylüyorsunuz, diyanet işleri başkanı başta olmak üzere. Peki bu islami kesime kim hizmet götürecek? Onların sizin gibi yani diyanet işleri gibi islamı algılamak ille de günde 5 vakit namaz kılmak, camiye gitmek gibi islamı algılamak, yorumlamak diye bir mecburiyetleri yok ki. Eğer öyle bir mecburiyeti olursa o zaman zaten inanç özgürlüğü olmaz.
Bu gün aranızda olmaktan, Tokat ilimizde sizlerin arasında,bu güzel ortamda bulunmaktan ne kadar mutlu oldugumu anlatmam kolay olmaz.
Tokat’ta Orta Asya’dan bu yana taşıdığı özgün kimliği Anadolu’da 1000 yıl boyunca hiç bozmadan taşımıştır. Bu anlamda ülkemizin çok seçkin köşelerinden birisidir. Zengin bir kültürel mirası olan, Hubyar Sultan Ocağı gibi önemli bir ocağın yer aldığı bir beldede bulunmak beni fazlası ile mutlu ediyor.
Hepinize selamlar ve saygılar sunarım.
Federasyon’umuza üye olan tüm vakıf ve şubelerinin sizlere selam ve sevgilerini iletiyorum.
Değerli Canlar,
Bugün de burada Cem oluyoruz. Cem Alevi – İslam inanışında olanların ibadetidir. İnançlarımız ibadetlerimizle içselleşir, bireyselleşir. Bizler de ibadetimizin görülmesini tanınmasını istiyoruz. Geldiğiniz için, bugünü bizlerle paylaşıp bizleri mutlu ettiğiniz için hepinize teşekkürler ediyoruz.
İslam inancının Alevi yorumu, Sünni yorum gibi, Şii yorum gibi bir yorumdur. Her dinde olduğu gibi İslam dininde de, kurucunun yani Hz. Muhammed’in ardından bazı kırılmalar yaşanmış ve ayrılık tohumları ekilmiştir. İslamı farklı algılayan gruplar oluşmuştur. Bu gruplardan Alevi – İslam yorumunu benimseyenler Hz. Muhammet’in Ehl-i Beyt’inin yolundan gitmiş ve 12 imamların öğretisini takip etmişlerdir. Bu öğreti Türk kavimlerinin yaşamına da girmiş ve özümlenmesine ve anlaşılmasına Orta Asya’da, Türkistan’da Yesi’de Şah Ahmet Yesevi dergahı büyük hizmetlerde bulunmuştur. Orada özümlenen Alevi inanç sistemi daha sonra göçlerle batıya doğru taşınmıştır. Birkaç yüzyıl süren bu göçlerde Şah Ahmet Yesevi dergahında yetişen değerli veliler, dervişler ve halifeler de batıya doğru gidenlerin arasında, önünde gittiler. Gittikleri yerlerde İslam’ın bu barışçı, sevgi ve paylaşım yüklü, kin ve nefretten uzak barışçı yorumunu oralarda yaşayan halklara tanıttılar.
Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, İran’ın bazı bölgeleri , Anadolu ve Balkanlar ile Kuzey Afrika işte bu uzun göç sürecinde Alevi İslam inancını tanıdılar ve benimsediler.
Anadolu’ya bu ateşi getirenler ise Şah Ahmet Yesevi halifeleridir. Ebül Vefa, Seyyid Mahmut Hayrani, büyük insan Serçeşme Hacı Bektaş Veli olmuştur. Kapadokya’da günkü adı ile Sulucakarahöyük, bugünkü adı ile Hacı Bektaş’a yerleşen Hacı Bektaş Veli , öncüleri Seyyid Mahmud Hayrani, cağdaşları Ahi Evran, Edeb Ali, Mevlana ve ardılları Seyyid Sultan Şücaattin Veli, Abdal Musa, Seyyid Ali Sultan, bu bölgede mekan tutan Hubyar Sultan, Şah İbrahim, Hüseyin Abdal, Cogi Baba ve daha bir çok veli, bilge ve derviş Anadolu ve Balkanları aydınlatmış, bu büyük göçü dostluk, iyiniyet, sevgi ve paylaşımın yaşandığı sevinçli bir kaynaşmaya çevirmişlerdir.
Başbakanlığa Karşı Açılan Davanın Duruşması 20 Haziran Çarşamba Günü Yapılacaktır.
İdarenin; Alevi yurttaşların inanç özgürlüğü hakları ile ilgili olarak Anayasanın, kanunların ve uluslararası hukukun emredici hükümlerine aykırı hareket ettiği gerekçesiyle Cem Vakfı’nın önderliğindeki Hukuk Komisyonu tarafından Başbakanlığa 22 Haziran 2005 tarihinde verilen dilekçeye; 19 Ağustos 2005 tarihinde, Başbakanlık Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı tarafından cevap verilmiştir.
Başbakanlık tarafından verilen cevapta; 677 Sayılı Kanun ve diğer mevzuat gereğince cemevlerine ibadethane statüsünün verilmesinin hukuken mümkün olmadığı, Alevi yurttaşların inançlarını yerine getirebilmeleri için herhangi bir ödeneğin genel bütçeden ayrılamayacağı ve Diyanet İşleri Teşkilatı’nda Alevi (Alevi-Bektaşi-Mevlevi-Nusayri) İnanç Önderlerine kadro tahsisi yapılamayacağı bildirilmiştir.
Bunun üzerine; 23 Eylül 2005 Cuma günü Ankara 6. İdare Mahkemesi’nde Başbakanlığa karşı 2000 kişi tarafından dava açılmıştır.
BİR grup aydın-sanatçı ve kitle örgütü temsilcileri, 12 Haziran günü Ankara’da AKP Genel Merkezi’nin açılışındaki etkinliklerde Aşık Veysel ve Aşık Mahsuni Şerifin türkülerinin çalınmasını, AK Parti İstanbul İl Binası önünde protesto etti.
Aralarında Nurettin Güleç ve Pir Sultan Abdal Derneği Sultanbeyli Şube Başkanı Sadegül Çavuş’un da bulunduğu aydın ve sanatçılar “AKP türkülerimizden elini çek” diyerek, AKP’nin seçim propangandalarında halk ozanlarının türkülerini kullanmalarını kınadılar.
Hamburg Alevi Kültür Merkezi tarafından düzenlenen panelde “Türkiye’de Demokrasinin Geleceği ve Genel Seçim Öncesi Güncel Siyasi Gelişmeler” ele alındı
HAMBURG Alevi Kültür Merkezi’nin (HAKM) “Türkiye’de Demokrasinin Geleceği ve Genel Seçim Öncesi Güncel Siyasi Gelişmeler” adı altında düzenlendiği panele SPD Avrupa Parlamentosu Milletvekili Vural Öger, eski Kültür Bakanı Fikri Sağlar, gazeteci-yazar Can Dündar ve Alevi-Bektaşi Genel Sekreteri Turan Eser katıldı.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Hakkari’nin Yüksekova ilçesine bağlı Dağlıca Köyü yolunda bir binbaşının şehit olduğu, 2 erin de yaralandığı saldırıyla ilgili olarak bir mesaj yayımladı.
Sezer, ”Bu hain saldırıyı nefretle kınıyor, gerçekleştiren soysuzların arkasındaki güçler kim olursa olsun hakettikleri karşılığı en güçlü ve sert biçimde alacaklarını bir kez daha vurgulamak istiyorum” dedi.